Kerbela Olayı Ve Sonrasında Gelişen Olaylar
Kerbela Savaşı Ve Sonrasında Gelişen Olaylar
Kufe’ye elçi olarak gönderdiği Müslim b. Akil’in öldürülmesinin ardından, gelişen son olaylardan haberi olmadan beraberindekilerle birlikte Kufe’ye doğru yola çıkan Hüseyin (r.a), Ubeydullah b. Ziyad’ın gönderdiği birlik tarafından kuşatılmıştır.
Bu ordu tarafından kendi teklifleri kabul edilmeyen Hüseyin (r.a), Yezid’e biat etmeyi kabul etmeyerek, ölümden başka daha hayırlı bir seçeneğinin olmadığına karar vermiştir. Kufeliler biat etmeyi kabul etmeyen Hüseyin (r.a)’ın çadırının önünde savaş için toplanmış, Hüseyin (r.a) ise gece ibadet etmek, namaz kılmak ve dua etmek için savaşın bir gün sonra olması teklifini göndermiştir. Böylece iki ordu da ertesi günki savaş için hazırlık yapmaya başlamıştır. Hüseyin (r.a), beraberinde gelenlere gece kaçıp gitmelerini söylese de ashab bunu kabul etmemiş, Hüseyin (r.a) ile birlikte ölmeyi tercih etmişlerdir.
Ertesi gün Hüseyin (r.a), ashabıyla birlikte sabah namazını kıldıktan sonra, ashabını savaş nizamına koydu. Kufelilerin arkadan gelmeleri ihtimalini gözönünde tutarak, çadırların arkalarına odun ve kamış yığıp ateşlemelerini emretmişti. Yakılacak ateşler için geceden çukurlar kazılmış, içlerine odun ve kamışlar doldurulmuş, bu suretle arkaları emniyet altına alınmış bulunuyordu. Kufelilerin harekete geçmeye hazırlandıkları sırada, Hüseyin (r.a), kendisi için bir çadır kurulmasını emretti. Ve çadırın içinde hamam otuyla temizlik yaptı.
Hüseyin (r.a)’ın Allah’a Münacatı Ve Kufelilere Son Hitab
Hüseyin (r.a) hayvanının üzerine bindi. Bir mushaf getirtip önüne yerleştirdi. Kufeli süvariler, Hüseyin (r.a)’a doğru ilerlemeye başlayınca, Hüseyin (r.a) ellerini göğe doğru kaldırdı ve: “Ey Allah’ım! Her üzüntüde, sıkıntıda en sağlam güvencim, her darlıkta ümidim Sensin! Hakkımdaki her işte benim en sağlam güvenç ve dayancım Sensin! Senin indirdiğin musibetlerden kalbe zaaf verecek, tedbirler azalıp yetişmeyecek, dostlar, arkadaşlar bırakıp ayrılacak, düşmanlar sevinecek ne kadar musibet ve kederler varsa, ben onların hepsinden şikayetimi yalnız Sana arz eder, Senden başkasından yüz çevirir, Seni ister ve Sana yönelirim. Bütün darlıkta tasaları kaldıracak, açacak Sensin! Her nimetin verici ve yönelticisi, her iyiliğin sahibi, her dilek ve isteğin en son varıp dayanacağı Sensin!” diyerek Allah’a dua etti.
Kufeli askerler çadırlara yaklaştıkları zaman, çukurlara doldurulmuş bulunan odun ve kamışlar tutuşturulmuş, alev alev yanmakta idi. Kufeli süvarilerden biri koşarak geldi. Çadırların arkalarında ateş ocaklarının alevlendiğini görür görmez: “Ey Hüseyin! Kıyamet gününden önce, dünyada Cehennem ateşini istemekte acele ettin!” diyerek bağırdı. Hüseyin (r.a): “Kimdir bu adam? Şimr b. Zilcevşen’e benziyor?” dedi. “Evet! Allah sana iyilikler versin! Bu, odur!” dediler. Hüseyin (r.a): “Cehennem ateşinde yanmaya sen daha elverişli ve müstahaksın!” dedi. Müslim b. Avsece: “Ey Resulullah’ın oğlu! Sana kurban olayım! Ben şuna bir ok atmayayım mı? Cebbarların büyüklerinden olan o fasıka ok atma fırsatı belki bir daha benim elime geçmez, düşmez!” dedi. Hüseyin (r.a): “Atma! Çünkü, onlarla çarpışmayı önce ben başlatmak istemiyorum!” dedi. Hüseyin (r.a)’in yanında Lahık diye anılan atı bulunmakta ve ona oğlu Ali binmekte idi.
Kufeli askerler yaklaşınca, Hüseyin (r.a) hayvanını istedi. Onun üzerine bindikten sonra, en yüksek sesiyle, herkese duyuracak derecede seslendi: “Ey insanlar! Sözlerimi dinleyiniz! Sizin için, üzerime düşen va’z-ı nasihat hakkını yerine getirinceye, yanınıza gelişimdeki mazeretimi size bildirineeye kadar bekleyiniz, üzerime yürümekte acele etmeyiniz. Eğer mazeretimi kabul ve sözlerimi tasdik eder, benim hakkımda insaf ve adaletle hüküm verirseniz, bununla ahiret saadetine erersiniz ve benim üzerime yürümeye de yol bulmak sizin için mümkün olmaz! Şayet mazeretimi kabul etmeyecek, hakkımda kendiliğinizden insaf ve adaletle hüküm veremeyecek iseniz, (Hz. Nuh’un kavmine dediği gibi, ben de size): ‘Siz ve ortaklarınız toplanıp artık ne yapacağınızı kararlaştırınız. O suretle ki, bu yapacağınız iş size sonradan hiçbir tasa ve pişmanlık vermiş olmasın. Yapacağınızı açıkça yapınız, gizlemeyiniz. Sonra da, hükmünüzü bana icra ediniz!’ (Yunus-71) derim.
(Dedem Resulullah’ın kavmine dediği gibi, ben de size): ‘Hiç şüphesiz, benim velim, benim yardımcım ve sahibim, o Kitabı indirmiş olan Allah’tır ve O, bütün salihlere de velilik ediyor’ (A’raf-196) derim” dedi. Sonra da söze şöyle devam etti: ‘Benim nesebimi bir araştırınız, bakınız ki; ben kimim? Sonra, vicdanınıza dönünüz de, onun kırgınlığını giderip kendinizden hoşnut etmeyi düşününüz. Hele bir düşününüz ki; beni öldürmek, haram ve mahfuz olan kanımı dökmek size helal olur mu? Ben, Peygamberiniz (s.a.v)’in kızının oğlu değil miyim? Ben, Peygamberinizin vasisi ve amcasının oğlu ki, o, Allah’a iman ve Resulullah’ı Rabbinden getirdikleri şeylerde tasdik edenlerin ilki idi; onun oğlu değil miyim? Şehitler seyyidi Hamza, benim babamın amcası değil midir? Çift kanatlı şehit Cafer, benim amcam değil midir? Resulullah (a.s)’ın, benim ve kardeşim hakkındaki, ‘Bunlar, cennetlik gençlerin iki seyyididir!’ hadisi size erişmedi mi? Vallahi; yalancıya ve yalancının ev halkına Allah’ın gazaplandığını ve bunda ihtilafa düşenleri hüsrana uğrattığını bileliden beri, ben herhangi bir yalan sözü söylemeye niyet ve tenezzül etmemişimdir. Eğer söylediğim hadiste beni tasdik ediyorsanız, ki onun hak ve gerçek olduğunda şüphe yoktur, ne ala! Yok, beni yalanlıyor, bana inanmıyorsanız, bunu kendilerinden sorup öğrenebileceğiniz zatlar vardır aranızda. Cabir b. Abdullah’a, yahut Ebu Said el-Hudri’ye, yahut Sehl b. Sa’d’a, yahut Enes b. Malik’e sorunuz! Onlar, Resulullah (a.s.)’ın benim ve kardeşim hakkındaki bu hadisini kendisinden işittiklerini size haber vereceklerdir. Benim hakkımdaki bu hadis de mi kanımı dökmekten sizi alıkoymayacak, size engel olmayacaktır?!” dedi.
Hz. Hüseyin, onlara hitaplarına devamla: “Haydi, siz bu hadisin doğruluğunda şüphe ettiniz. Benim, Peygamberinizin kızının oğlu olduğumda şüphe edebilir misiniz? Vallahi, doğu ile batı arasında, sizlerden veya sizin başkalarınızdan, Peygamberin kızının oğlu olarak benden başkası yoktur. Ben hassaten, sizin Peygamberinizin kızının oğluyum! Bana haber veriniz; ben sizlerden birisini öldürdüm de, o ölüden dolayı mı? Yahut birinizi vurup yaraladım da, onun kısası için mi? Yahut herhangi birinizin malını yok ettim de, ondan dolayı mı beni bırakmıyorsunuz?! Siz benden ne istiyorsunuz?” dedi.
Kufeliler, tutulup kaldılar ve cevap veremediler. Bunun üzerine, Hz. Hüseyin: “Ey Şebes b. Rib’i! Ey Haccar b. Ebcer! Ey Kays b. Eş’ as! Ey Yezid b. Haris! Sizler, bana: Meyveler yetişti. Her taraf yeşillendi. Kuyuların suyu çoğaldı. Senin için askerler, yardımcılar hazırlandı. Hemen gel!’ diye yazı yazmadınız mı?” diyerek seslendi. Onlar: “Biz böyle birşey yapmadık!” dediler ve inkar ettiler. Hz. Hüseyin: “Subhanallah! Evet, vallahi, sizler bu işi yaptınız!” dedikten sonra: “Ey insanlar! Beni istemiyorsanız, bırakınız, yeryüzünde emin olan yerime gideyim?” dedi. Kays b. Eş’as: “Sen amcanın oğlunun hükmüne boyun eğsen olmaz mı? Onlar sana ancak arzu ettiğin iyiliği gösterecekler, sana onlardan hoşa gitmeyecek birşey erişmeyecektir” dedi.
Hz. Hüseyin: “Hayır! Vallahi, ben onlara ne ellerimi zelil olarak teslim ederim, ne de kölelerin ikrarları gibi ikrarda bulunarak bey’at ederim! Ey Allah’ım! Iraklılar beni aldattılar, bana hile ettiler. Kardeşime yaptıklarını bana da yaptılar. Ey Allah’ım! Onların işlerini boz, dağıt! Hepsini birer birer topla, yok et!” dedi.
Kufeli askerler arasında bulunmuş olan Kesir b. Abdullah Şa’bi der ki: “Hüseyin’e doğru ilerlediğimiz sırada, Züheyr b. Kayn, uzun kuyruklu bir at üzerinde, silahlanmış olarak bize doğru geldi. ‘Ey Kufeliler! Sizi Allah’ın azabıyla uyarır, korkuturum! Bu ana kadar hepimiz kardeşiz. Tek din, tek millet üzereyiz. Aramıza kılıç düşmesin! Sizler, nasihata bizden daha ehliyetli ve elverişlisiniz. Araya kılıç düşerse, alakalar kesilir; biz ayrı bir ümmet oluruz, siz de ayrı bir ümmet olur gidersiniz. Muhakkak ki; Allah ne yapıyoruz görülsün diye, bizi de, sizi de, peygamberi olan Muhammed (a.s)’ın zürriyetiyle mübtela kılmış, imtihan ediyor. Biz sizi ona yardıma, İbn Ziyad azgınını ise bırakmaya davet ediyoruz. Sizler; İbn Ziyad’la babasının ancak kötü bir saltanat sürdürdüklerini, gözlerinizi çıkardıklarını, ellerinizi ve ayaklarınızı kestiklerini, cesetlerinizi kesip biçtiklerini ve sizleri hurma ağaçlarına yükseltip astıklarını, Hani’ b. Urve ve benzerleri gibi hayırlılarınızı ve Kur’an ehli olanlarınızı öldürdüklerini gördünüz!’ dedi.
Kufeliler: ‘Vallahi, senin adamını ve yanındakilerini öldürmedikçe veya onu ve ashabını vali İbn Ziyad’a götürüp teslim etmedikçe, ayrılmayacağız!’ dediler. Züheyr b. Kayn, onlara: ‘Ey Allah’ın kulları! Fatıma (r.a)’nın oğlu, sevgiye ve yardıma, Sümeyye’nin oğlundan daha layık ve müstahaktır. Eğer onlara (Hz. Hüseyin ve Ehl-i Beytine) yardım etmeyecek iseniz, bari onları öldürmekten Allah’a sığınınız! Yemin ederim ki; Yezid, Hüseyin’in öldürülmesinden başkasını ister ve bekler!’ dedi.
Şimr b. Zilcevşen, Züheyr b. Kayn’a bir ok attı ve: ‘Sus! Allah seni sustursun! Uzun sözlerinle bizi bıktırdın artık!’ dedi. Zübeyr b. Kayn: ‘Ben sana hitap etmiyorum! Vallahi, senin Kitabullah’tan iki ayeti bile doğru dürüst okuyabileceğini sanmam! Kıyamet gününde rezil ve rüsva olacağını, inletici azaba uğrayacağını sana müjdelerim!’ dedi. Şimr: ‘Allah seni de, senin adamını da aynı zamanda kahretsin!’ dedi. Zübeyr: ‘Sen beni ölümle mi korkutuyorsun? Vallahi, ölümle birarada bulunmak, sizinle temelli kalmaktan daha sevgili ve daha hayırlıdır!’ dedi. Hz. Hüseyin, Zübeyr’e: ‘Gel artık! Andolsun ki; Firavun hanedanı, mü’min olsaydı, kavimlerine öğüt verir, doğru yola davette onlara yeterlerdi. Sen şunlara öğüt verdin ve gerçekleri tebliğ ettin. Öğüt ve tebliğ fayda verirse verir!’ dedi.”
Kerbela Savaşı
Ömer b. Sa’d, askerlerini Hz. Hüseyin ve ashabına doğru harekete geçirdi ve azadlısına: “Ey Züveyd! Sancağını yanıma yaklaştır!” diyerek seslendi. Sancak kendisine yaklaştırılınca, yayının ortasına bir ok yerleştirip Hz. Hüseyin ve ashabına doğru atarak: “Şahit olunuz ki, ilk oku atan kişi benim!” dedi.
Mübarezeye çıkan askerlerin bir bir kaybetmesi üzerine Amr b. Haccac, Kufe askerlerine bağırarak: “Ey ahmaklar! Hiçbiriniz onlarla ayrı ayrı çarpışmasın! Onlar sayıca azdırlar. Azala azala hiç kalmazlar! Vallahi, sizler onlara birer taş atmış olsaydınız, hepsini öldürürdünüz!” dedi. Ömer b. Sa’d: “Doğru söyledin.” dedi ve Kufe leşkerine haber göndererek, kendilerinden bir adam, onlardan da bir adam meydana çıkıp tek tek çarpışma yerine, Hz. Hüseyin ve ashabının üzerine hep birden hücuma kalkmalarını emretti.
Amr b. Haccac: “Ey Kufeliler! Sizler itaatinizi ve cemaatinizi iltizam ve tercih ediniz. Dinden çıkmış, imam ve öndere karşı aykırı harekete kalkışmış olanların öldürülmesinde tereddüde düşmeyiniz!” dedi. Hz. Hüseyin: “Ey Amr b. Haccac! Sen halkı benim üzerime saldırmaya mı kışkırtıyorsun? Biz dinden çıktık da, sizler mi onun üzerinde duruyorsunuz?! Vallahi; canlarınızın alınacağı ve amellerinize göre öleceğiniz sırada, hangimizin dinden çıktığını, cehenneme atılmaya ve orada yanmaya kimin daha elverişli ve müstahak olduğunu öğreneceksiniz!” dedi. Amr b. Haccac sağ taraftan, Ömer b. Sa’d da Fırat tarafından hücuma geçtiler. Bir müddet çarpıştılar.
Ashab Bir Bir Şehid Düşüyor
Hz. Hüseyin’in ilk ashabından olan Müslim b. Avsece, çarpışma sırasında vurulup yere düştü ve şehit oldu. Sol kol kumandanı Şimr b. Zilcevşen’in birlikleri de her taraftan, Hz. Hüseyin ve ashabına karşı hücuma geçtiler. Abdullah b. Umeyr, onlarla şiddetli çarpışmalar yaptı. Ancak Hani’ b. Sübeytu’l-Hadrami ile Bükeyr b. Hayyü’t-Teymi, birlikte hücum ederek, onu şehit ettiler.
Hz. Hüseyin’in Müslim b. Avsece’den sonra şehit olan ikinci sahabisi bu zât oldu. Ömer b. Halid es-Saydavi, Cabir b. Haris, Sa’d ve Mücemmi’ b. Abdullahu’l-Aizi, çarpışmanın başlarında kılıçlarını sıyırıp Kufeli askerlerin içlerine dalmışlardı. Kufeliler onları ortalarına aldılar. Onların arkadaşları ile irtibatlarını kestiler. Abbas b. Ali onları kurtarmak için hücuma geçti ise de, kurtaramadı. Kufeliler onların hepsini bir yerde şehit ettiler. Hz. Hüseyin’in ashabı şiddetle çarpışıyorlar; hele otuz iki kişiden ibaret süvarileri, her taraftan hücuma kalkan Kufeli süvarilere kahramanca karşı koyuyorlar, onları bozup dağıtıyorlardı.
Kufe süvari birlikleri kumandanı Azre b. Kays, süvarilerinin her tarafta bozguna uğradığını görünce, Ömer b. Sa’d’a Abdurrahman b. Hısn’ı gönderdi ve: “Şu azıcık sayıdaki kişilerin süvarilerime yaptıklarını görmüyor musun? Piyade ve okçu birliklerini de harekete geçirsen ya!” dedi. Ömer b. Sa’d, Husayn b. Nümeyr’i çağırdı. Onu beş yüz okçu ile Hz. Hüseyin’in üzerine gönderdi. Bunlar Hz. Hüseyin’le ashabına ok yağdırmaya başlayınca, atlar oklara dayanamadılar, sarsıldılar ve ilerleyemediler. Bunun üzerine, hepsi atlarından inip yaya oldular. Çarpışma, öğleye kadar şiddetle devam etti. Çadırların sık ve birbirlerine dolaşık olması yüzünden, Kufeliler onlara ancak cepheden, bir taraftan hücum edebiliyorlardı.
Ömer b. Sa’d, bunu görünce, çadırları bozmak, yıkmak ve onları sağdan soldan kuşatmak için askerlerinden bir kısmını gönderdi. Bunlar çadırları açmak ve çadırlarda bulduklarını yağmalamakla uğraşırlarken, Hz. Hüseyin’in ashabından üçer dörder kişi, çadırların aralarında Kufelileri öldürüyorlar, yakından okla vurup yere seriyorlardı. Bunun üzerine, Ömer b. Sa’d, askerlerine: “Siz ne çadırlara giriniz, ne de onlan bozmakla uğraşınız. Siz bütün çadırlan ateşe verip yakınız!” diyerek emir verdi. Kufeli askerler, ateş getirip çadırlan tutuşturdular. Hz. Hüseyin, ashabına: “Bırakınız, varsınlar onları yaksınlar. Çadırlar tutuştukları zaman bir ateş hattı hasıl olur, oralardan size saldırmaya kadir olamazlar!” dedi. Hz. Hüseyin’in dediği gibi de oldu.
Kufeliler, Hz. Hüseyin’le ashabını sağdan, soldan ve arkadan kuşatmak imkanını bulamadılar. Onlarla ancak tek cepheden çarpışma yapabildiler. Şimr b. Zilcevşen, Hz. Hüseyin’in çadırına kadar ilerleyip mızrağıyla vurdu ve: “Bana ateş getiriniz! Şu çadırı içindeki halk ile birlikte yakacağım!” diyerek bağırdı. Kadınlar feryat ederek çadırdan dışarı fırladılar. Hz. Hüseyin: “Ey İbn Zilcevşen! Sen benim çadırımı ev halkımla birlikte yakmak için ateş getirtiyorsun! Allah da seni cehennemde yakar!” diyerek bağırdı.
Humeyd b. Müslim der ki: “Şimr b. Zilcevşen’e: ‘Subhanallah! Bu, senin için iyilik olmaz. Sen kendinde iki şeyi birleştirmek, yani Allah’ın ateş azabı ile azab etmek, çocukları ve kadınları öldürmek mi istiyorsun?! Vallahi, senin bu şekilde öldürmene ne iş başındaki adamlar, ne de valin razı olur!’ dedim. Şimr: ‘Sen kimsin?’ diye sordu. ‘Ben kim olduğumu sana bildirecek değilim!’ dedim. Beni tanır da, sultan katında bana bir zarar verir diye korktum. Şimr’in yanına benden daha sözü dinlenir bir adam, Şebes b. Rib’i geldi. Ona: ‘Ben senin sözünden daha kötü bir söz, şu durağından da daha kötü bir durak görmedim!’ dedi. Bunun üzerine Şimr gitmek için döndüğü sırada, Züheyr b. Kayn ile on kadar arkadaşı hücum ederek Şimr ile arkadaşlannı çadırların yanından dağıttılar ve uzaklaştırdılar.”
Hürr b. Yezid ve Züheyr b. Kayn, Kufeli askerlerle en şiddetli biçimde çarpışmalar yapıyorlardı. Birisi Kufe askerlerinin ortasına dalar, öbürü onu kurtarırdı! Bir müddet, bu şekilde savaştılar. Kufe piyade birlikleri Hürr’ün üzerine üşüştüler ve en sonunda onu şehit ettiler. Kufeli askerler, bir ara çarpışmayı durdurdu. Öğle namazını kıldılar. Hz. Hüseyin de öğle namazını ashabına salat-ı havf (korku halinde namaz) olarak kıldırdı. Öğleden sonra, çarpışma bütün şiddetiyle başladı. Kufeliler, Hz. Hüseyin’in yanına kadar geldi.
Hz. Hüseyin’in ashabından Said b. Abdullahu’l-Hanefi; Hz. Hüseyin’e sağdan, soldan atılan oklara kendisini hedef yapıp Hz. Hüseyin’i korumak için önüne dikildi! Okla vurulup yere düştü! Züheyr b. Kayn: “Ben Züheyr’im! Ben Kayn’ın oğluyum! Onları Hüseyin’in üzerinden def eder, kovarım!” diyerek çarpışmakta idi. Züheyr b. Kayn bir ara, eliyle Hz. Hüseyin’in omuzuna dokundu ve: “Yürü! Doğru yol gösterilmiş ve doğru yolu gösterici olarak! Bugün, Peygamber dedene, kardeşin Hasan’a, baban Aliyyü’l-Murtaza’ya, çift kanatlı yiğit amcan Cafer’e, Allah’ın arslanı diri şehit Hamza amcana kavuşacaksın!” dedi.
Kes’ir b. Abdullahu’ş-Şa’b’i ile Muhacir b. Evs, ansızın saldırarak Züheyr’i şehit ettiler. Nafi b. Hilal, üzerinde ismi yazılı zehirli akları Kufeli askerlere atmakta idi. Bu oklarla onlardan on ikisini öldürdü, o kadarını da yaraladı. En sonunda vurulup iki kolu kırılarak esir edildi. Onu, Şimr b. Zilcevşen’le adamları yakaladılar. Ömer b. Sa’d’ın yanına götürdüler. Ömer b. Sa’d: “Yazık ettin kendine ey Nafi! Ne yaptın, kendine böyle kıydın?!” dedi. Nafi: “Rabbim benim ne yapmak istediğimi biliyor!” dedi. Onun yüzünden akan kanlar sakalını ıslatmakta idi. Nafi, o halinde: “Vallahi, sizden on ikisini öldürdüm. Bir o kadarını da yaraladım. Cihad üzerinde kendimi kınamıyorum. Eğer benim bir kolum sağlam kalsaydı, siz beni kolay kolay esir edemezdiniz!” dedi.
Şimr onu öldürmek için kılıcını sıyırdı. Nafi: ”Vallahi, sen Müslümanlardan olsaydın, bizim kanlarımıza girmiş olarak Allah’ın huzuruna çıkmak sana güç gelirdi! Hamdolsun Allah’a ki, ölümümüzü en şerli kullarının ellerinde takdir ve böylece bizlere şehitlik nasip etti!” dedi. Şimr, Nafi’in yanına geldi ve kılıçla vurup Nafi’i şehit etti.
Kufeliler Dört Bir Yandan Hüseyin (r.a)’ın Etrafını Kuşattı
Hz. Hüseyin’in ashabı, Kufe askerlerinin başlarına yığıldıklarını görüp onlara karşı ne Hz. Hüseyin’i, ne de kendilerini koruyamayacaklarını anlayınca, Hz. Hüseyin’in önünde ölme yarışına giriştiler.
Gıfarilerden Abdullah b. Azre ile Abdurrahman b. Azre, Hz. Hüseyin’in yanına gelip: “Ey Ebu Abdullah! Sana selam olsun! Biz, düşmanla senin arana gerilip, seni düşmanından korumak ve senin önünde ölmek istiyoruz!” dediler ve Hz. Hüseyin’in yanında çarpışmaya giriştiler. Cabirilerden Seyf b. Haris ile Malik b. Abd isimlerinde iki genç, Hz. Hüseyin’in yanına geldiler. Ağlıyorlardı. Hz. Hüseyin, onlara: “Ey kardeşimin oğulları! Ağlamayınız. Vallahi biraz sonra, gözlerinizin aydın olacağını, sevineceğini umarım!” dedi.
Gençler: “Allah bizi sana feda etsin! Hayır! Vallahi, biz kendimize ağlamıyoruz. Senin her taraftan kuşatıldığını ve bizim de seni korumaya güç yetiremeyeceğimizi görüyor, sana ağlıyoruz!” dediler.
Hz. Hüseyin: “Ey kardeşimin oğulları! Siz bu yolda bana nasıl iyilik yaptınız ve dert ortaklığı ettinizse, Allah da sizi müttakilerin en güzel mükafatları ile mükafatlandırsın!” diyerek dua etti.
Hanzale b. Es’ad, gelip Hz. Hüseyin’in önüne dikildi. Kufe askerlerine, Kur’an-ı Kerim’in: “Ey kavmim! Doğrusu, ben o sürü sürü fırkaların gününü misal vermenizden; Nuh kavminin, Ad’ın, Semud’un ve daha sonrakilerin hali gibi bir maceraya sapıp felakete uğramanızdan korkuyorum. Yoksa, Allah kullarına bir zulüm dileyecek değildir. Ey kavmim! Doğrusu, ben size karşı o bağrışıp çağrışma günü olan Kıyamet gününden, o gün uğrayacağınız azabın dehşetinden endişe etmekteyim. O gün, hesap yerini arkanızda bırakarak cehenneme döneceğiniz gündür. O gün, sizi Allah’ın azabından hiçbir kurtarıcı yoktur. Allah kimi şaşırtırsa, onun yolunu bir doğrultacak da yoktur” (Ahzab/30-33) ayetlerini okuduktan ve : “Gelin, Hüseyin’le çarpışmayın!” dedikten sonra, sözlerini Taha suresinin 61. ayetinin sonu olan: “Sonra, Allah azab ile sizin kökünüzü kurutur! Allah’a karşı yalan uyduran herkes, muhakkak hüsrana uğramıştır!” tehdidi ile bitirdi. Hz. Hüseyin, ona: “Ey İbn Es’ad! Allah seni rahmeti ile esirgesin! Onlar senin kabule davet ettiğin hakkı red ve inkar ettikleri, seni ve arkadaşlarını öldürmeyi mübah sayarak ayaklandıkları ve birçok salih kardeşlerini de vurup öldürdükleri halde, senin öğüdünü nasıl dinler ve geri dururlar?” dedi. İbn Es’ad: “Doğru söyledin! Sana kurban olayım. Sen benden daha iyi bilirsin ve bunu bilmeye daha layıksın. Artık ahirete gitsek de kardeşlerimize kavuşsak olmaz mı?” dedi.
Hz. Hüseyin: “Git! Dünyadan ve dünyadakilerden hayırlı olan imtihansız ve ibtilasız mülke!” dedi. İbn Es’ad: “Ebu Abdullah! Sana ve senin Ehl-i Beytine selam olsun! Allah bizi Cennette kavuştursun, buluştursun!” dedi. Hz. Hüseyin: “Amin! Amin!” dedi. İbn Es’ad, ilerleyip, çarpışa çarpışa şehit oldu. İbn Es’ad’dan sonra, Cabiri gençler de Hz. Hüseyin’e yönelip: “Selam sana ey Resulullah’ın oğlu!” dediler ve ilerlediler. Bunlar da, çarpışa çarpışa şehit oldular. Abis b. Ebi Şebibü’ş-Şakir!, yanında Şakir’in azadlısı Şevzeb bulunduğu halde, Hz. Hüseyin’e doğru geldi. Abis, Şevzeb’e: “Ey Şevzeb! Sen ne yapmayı düşünüyorsun?” diye sordu. Şevzeb: “Ne yapacağım! Resulullah’ın kızının oğlunun yanında seninle birlikte ölünceye kadar çarpışacağım!” dedi. Abis: “Sen bu düşüncede ve kararda isen, Ebu Abdullah’ın önüne var. O, diğer ashabına yaptığı gibi, senin arkandan da, senin için Allah’tan ecir dilesin. Senin için ben de ecir dilerim. Bize takdir olunan her şeyden dolayı kendimiz için ecir dileyeceğimiz gün, bugünden ibarettir. Bugünden sonra amel yok, ancak hesap var!” dedi. Şevzeb, Hz. Hüseyin’in yanına vardı. Selam verdikten sonra ilerleyip çarpışmaya girişti. Çarpışa çarpışa şehit oldu. Abis, Hz. Hüseyin’e: “Ey Ebu Abdullah! Vallahi, yeryüzünde, yakın veya uzak, bana senden daha sevgili, senden daha üstün bir varlık yoktur. Eğer senden zulüm ve ölümü kaldırmak için canımı ve kanımı feda etmekten daha üstün birşeye malik ve kadir olsaydım, onu da feda ederdim! Selam olsun sana ey Ebu Abdullah! Ben şehadet ederim ki; sen de doğru yoldasın, senin baban da doğru yolda idi!” dedikten sonra, kılıcını sıyırıp Kufe askerlerine doğru gitti. O gün,
Kerbela’da bulunmuş olan Rebi’ b. Temim der ki: “Abis’i, gelirken görünce, tanıdım. Kendisi birçok harplerde bulunmuştu. Halkın en cesaretlisi idi. ‘Ey halk! Bu, arslanların arslanıdır! Bu, İbn Şebib’dir. Sakın, hiçbiriniz ona karşı varmasın!’ dedim. Abis: ‘Yok mu adama karşı çıkacak bir adam!’ diyerek haykırıyordu. Ömer b. Sa’d: ‘Onu taşa tutunuz!’ diye emretti. Abis, her taraftan taş yağmuruna tutulduğunu görünce, zırhını sırtından, miğferini başından çıkarıp attı ve Kufe askerlerinin üzerine yürüdü. Vallahi, onun Kufe Askerlerinden iki yüzden fazlasını önüne katıp kovaladığını gördüm! Sonra, onu her tarafından kuşattılar. En sonunda öldürüldü. Onun başını birçok adamların ellerinde gördüm ki, onlardan her biri: ‘Bunu ben öldürdüm!’, ‘Bunu ben öldürdüm!’ diyordu. Ömer b. Sa’d gelip: ‘Çekişmeyiniz ! Bu, bir tek mızrak demirle ölmemiştir!’ deyince, bu söz onları susturmaya ve aralarını ayırmaya kafi geldi.”
Ebu’ş-Şa’sa Yezid b. Ziyadü’l-Kindi, iyi ok atıcı idi. Ömer b. Sa’d Hz. Hüseyin’in tekliflerini kabul etmediği zaman, Hz. Hüseyin’in tarafına geçmişti. Ebu’ş-Şa’sa, Hz. Hüseyin’in önünde iki diz üzerine gelerek yüz ok attı. Ebu’ş-Şa’sa, ok atarken: “Ben, Arcele atlısı İbn Behdele’yim!” der, Hz. Hüseyin de: “Allah’ım! Onun attığı oku rast getir! Mükafatını da Cennet kıl!” diyerek dua ederdi. Ebu’ş-Şa’sa, her oku attıkça, ayağa kalkar, bakardı. Bütün oklarını böylece atıp tüketti. Kendisi de şehit oldu.
Hz. Hüseyin’in yanındaki ashabından en sonraya kalan, Süveyd b. Amr el-Has’ami idi. Ehl-i Beytinden ilk şehit olan da, büyük oğlu Aliyyü’l-Ekber’di. Aliyyü’l-Ekber, Kufe askerlerine zaman zaman saldırmakta idi. Saldırırken de: “Ben Ali b. Hüseyin b. Ali’yim! Beytullah’ın Rabbine andolsun ki; biz Peygambere Şimr’den, Şebes’ten daha yakın ve daha önce geliriz! Vallahi, bizim hakkımızda, onlar emir ve hüküm veremez!” diyerek recez söylemekte idi.
Bu recezi söyleyerek Kufe askerlerine saldırdığı sırada, Mürre b. Munkız b. Numan: “Eğer o bana rastlar ve bu yaptığı gibi yaparsa, onun babasını ağlatmazsam, Araplar beni kınasın!” dedi. Ali b. Hüseyin, yine Kufe askerlerine kılıçla saldırırken, Mürre b. Munkız, önünü kesti ve onu mızraklayıp yere düşürdü. Kufe askerleri, üzerine üşüşerek kılıçları ile parçaladılar. Humeyd b. Müslim el-Ezdi der ki: “O gün, Hüseyin’den kulağımla işittim.
Diyordu ki: ‘Oğulcağızım! Allah seni öldüren kavmi öldürsün! Onlar, Rahman olan Allah’a karşı ayaklandılar ve Resulullah’a olan hürmeti, saygıyı kaldırdılar! Senden sonra dünya, bana bir toprak yığınıdır!’ Bir kadının Ali’nin yanına doğru koşarak geldiğini de gördüm. ‘Eyvah! Kardeşciğim! Kardeşimin oğlu!’ diyerek feryat ediyordu. Onun kim olduğunu sordum. ‘Resulullah’ın kızı Fatıma’nın kızı Zeyneb’dir’ denildi. Zeyneb, Ali’nin cesedinin yanına gelince, üzerine kapandı. Hüseyin, geldi. Onu elinden tutup çadıra kadar götürdü. Sonra, oğlunun yanına geldi. Gençler de onun yanına geldiler. Gençlere: ‘Kardeşinizi taşıyınız!’ dedi. Onu, vurulup düştüğü yerden kaldırdılar. Önünde çarpıştıklan çadırlarının önüne kadar taşıyıp, oraya koydular.”
Humeyd b. Müslim der ki: “Bir genç bize doğru geliyordu ki, yüzü sanki ay parçası idi. Elinde kılıç, üzerinde gömlek ve izar (pelerin) vardı. Ayak sandallarından birisinin bağı kopmuştu. Hangisinin kopuk olduğunu unuttum. Bana, Amr b. Sa’d: ‘Vallahi, bunun üzerine saldıracağım!’ dedi. ‘Subhanallah! Onu kuşatmış olduğunu gördüğün şu askerlerin öldürmeleri sana yetmiyor mu ki, bir de ona sen saldırmak istiyorsun?!’ dedim. ‘Vallahi, onun üzerine saldıracağım!’ dedi ve saldırdı. Onun başına kılıçla vurmadıkça dönmedi. Başına kılıç vurulunca, genç: ‘Amcacığım!’ diyerek yüzünün üstüne düştü. Hüseyin, kızdı. Bir anda şahin gibi yetişti. Kükremiş arslan saldırışıyla Amr b. Sa’d’a saldırdı. Kılıçla ona şiddetli bir darbe indirdi. Kufe süvarileri Amr’ı Hüseyin’den kurtarmak için hücuma geçtilerse de, Amr öldü gitti.
Meydan aralaşınca, Hüseyin’in gencin başına varıp dikildiğini, o sırada gencin de ayaklarından can çekilmekte olduğunu gördüm. Hüseyin: ‘Kahrolsun seni öldüren kavim! Kıyamet gününde onların hasmı senin ceddindir! Vallahi, sen amcanı güç yetiremeyeceği bir işe seslenerek çağırdın. Halbuki, o senin davetine icabet etse de, etmese de sana bir faydası olmayacaktır! Vallahi, onun düşmanları çoğaldı, yardımcıları azaldı!’ dedikten sonra, genci yerden kucaklayıp kaldırdı. Gencin göğsünü göğsüne bastırdı. Kendi kendime: ‘Bunu götürüp de ne yapacak acaba?’ dedim. Onu da, oğlu Ali b. Hüseyin’in yanına götürüp bıraktı. Bu gencin kim olduğunu sordum.
‘O, Kasım b. Hasan b. Ali b. Ebu Talib’dir!’ denildi.”
Hüseyin (r.a)’ın Yorgun Düşmesi
Hz. Hüseyin, uzunca bir müddet olduğu yerde hareketsiz kaldı. Kufe askerlerinden bir adam, onun yanına kadar vardı. Onu öldürmeyi üzerine almaktaki günahın ağırlığını düşünerek geri döndü. Bedda oğullarından Malik b. Nüseyr Bişrü’l-Kindi, Hz. Hüseyin’in yanına varıp, başına kılıçla vurdu. Kılıç başındaki külahı kesti ve başına battı. Başından kanlar akmaya başladı. Külah kanla doldu. Hz. Hüseyin, ona: “Birşey yeme, içme! Yiyecek-içecek bulma! Allah seni zalimler güruhu ile haşretsin!” dedi. Başındaki külahı atıp bir takye istedi. Onu giydi ve üzerine sarık sardı. Yorgun düşüp olduğu yerde kaldı.
Hüseyin (r.a)’ın Kucağında Okla Vurulan Yavrusu
Hz. Hüseyin bir ara, küçük yavrusu Abdullah dizinde, kucağında olduğu halde oturuyordu. Abdullah o zaman üç yaşında idi. Kufe askerlerinin attıkları oklar, Hz. Hüseyin’in sağına, soluna, önüne ve arkasına düşüyordu. Esed oğullarından bir adam, bir ok atarak Abdullah’ı boğazından vurdu.
Hz. Hüseyin, kanla dolan avuçlarını yere boşalttı. “Ya Rab! Bize göklerden yardım etmeyeceksen, hakkımızda ondan daha hayırlısını ihsan et! Şu zalim kişilerden de, bizim intikamımızı al! Ey Allah’ım! Bunlarla ve kavmimizden olanlarla aramızda Sen hükmünü ver! Yardım etmek için bizi çağırdılar. Sonra da, tutup bizi öldürüyorlar!” dedi. Hz. Hüseyin, yavrusunun boğazına saplanan oku çekip attıktan sonra, eliyle kanını silerken de: “Vallahi, sen Allah katında Salih Peygamberin devesinden daha şerefli ve kıymetlisin. Muhammed (a.s)’da, Allah katında Salih Peygamberden daha üstün ve kıymetlidir!” diyordu.
Sonra, bir bez getirtti. Bezi yırtıp, çocuğu ona sardı. Kılıcını sıyırarak tekrar çarpışmaya girişti. Ehli Beyt’in gençleri bir bir şehid oldu. Hz. Hüseyin’in önüne dikilen, yanında çarpışan yalnız Abbas b. Ali kalmıştı. Hz. Hüseyin ne tarafa yönelirse, Abbas b. Ali o tarafa yönelmekte idi. En sonunda, o da şehit oldu.
Hüseyin (r.a)’a Su İçirmeyen Adamın Akıbeti
Hz . Hüseyin susamıştı. Susuzluğu son dereceyi bulunca, çadırlardan ayrılıp su içmek için Fırat’a doğru yöneldi. Su kanallarına doğru giderken, Eban b. Darem oğullarından bir adam: “Yazıklar olsun sizlere! Onunla su arasına gerilseniz ya!” diyerek atını tepti. Halk da kendisini takip etti. Hz. Hüseyin ile Fırat arasına gerildiler.
Hz. Hüseyin: “Ey Allah’ım! Sen de onu susuz bırak!” dedi. Adam bir ok atıp Hz. Hüseyin’in damağından vurdu. Hz. Hüseyin, oku çekip attıktan sonra, ellerini açtı. İki avucu kanla doldu. “Ey Allah’ım! Peygamberinin kızının oğluna yapılanlardan dolayı şikayetimi Sana arzediyorum!” dedi ve geri döndü. Yemin edilerek denildiğine göre; çok geçmeden, Allah o adamı susuzluk hastalığına uğrattı.
Kasım b. Asbağ der ki: “Adamı görmüştüm. Yanında soğuk hoşaf, büyük testi ile süt ve su bulunuyor, adam: ‘Yazıklar olsun size! Su içirin bana! Susuzluk beni öldürüyor!’ diyor, kendisine su kabı veya süt testisi veriliyor, onu içiyor, uzanıyor, biraz sonra, yine: ‘Yazıklar olsun size! Su içirin bana! Susuzluk öldürüyor beni!’ diyordu. Vallahi, çok geçmeden adamın karnı deve karnının patlayıp yarıldığı gibi patladı. Adam da böylece öldü gitti.”
Kufe askerlerinden Abdullah b. Ammar der ki: “Piyadelerden kimi sağından, kimi solundan, Hüseyin’e hücuma geçtiler. Sağından saldırdılar, bozguna uğradılar. Solundan saldırdılar, bozguna uğradılar. Kendisinin üzerinde deniz koyunu tiftiğinden bir gömlek ve başında da sarık vardı. Vallahi, ben ne bundan önce, ne de sonra, onun gibi oğlu, ev halkı ve bütün ashabı öldürülmüş, eli kolu kırılmış olduğu halde cür’et ve cesaretini kaybetmeyen bir kimse daha görmemişimdir! Kendisini saran piyade birlikleri, canavar saldırısına uğramış keçi sürüsü gibi sağından solundan bozulup dağılmakta idiler!
O sırada, Hüseyin’in kızkardeşi Zeyneb çadırdan çıktı. ‘Ne olaydı gök yere yıkılıp bir olaydı!’ diyordu. Zeyneb, Hüseyin’in yakınında bulunan Ömer b. Sa’d’a: ‘Ey Ömer b. Sad! Sen bakıp dururken Ebu Abdullah öldürülecek mi?!’ dedi. Ömer b. Sad’ın yanaklarına ve sakalına gözyaşlarının aktığını gördüm. Ömer b. Sad yüzünü Zeyneb’den başka tarafa çevirdi.”
Hüseyin (r.a)’ın Şehit Edilmesi
Hz. Hüseyin uzun müddet hareketsiz kaldı. O sırada, Kufe askerleri onu öldürmek isteselerdi, öldürürlerdi. Fakat, birbirlerinden çekinmekte ve herkes onun kanına kendisinden başkasının girmesini istemekte ve beklemekte idi. Şimr b. Zilcevşen, Kufe askerlerine: “Yazıklar olsun sizlere! Hay anaları ağlayasıcalar! Daha ne bakıp duruyorsunuz adama? Öldürün onu!” diyerek seslendi.
Bunun üzerine, her taraftan Hz. Hüseyin’e saldırdılar. Hz. Hüseyin’in sol avcuna bir kılıç darbesi indirildi. Bunu vuran, Zür’a b. Şerik idi. Zür’a, bir darbe de onun omuzuna indirdi. Hz. Hüseyin de, onu omuzundan kılıçla vurup yere düşürdü. Hz. Hüseyin yüzünün üzerine düşüp düşüp kalkıyordu. O sırada Sinan b. Enes, arkasından gelerek, mızrağını Hz. Hüseyin’in köprücük kemiğinden saplayıp göğsünden çıkarınca, Hz. Hüseyin yüzünün üzerine yere düştü!
Bir müddet, Hz. Hüseyin’in cesedine yaklaşıp başını kesmeye kimse cesaret edemedi. Sinan b. Enes, Havli b. Yezid’e: “Başını kes onun!” dedi. Havli bunu yapmak isteyince, elleri titredi, kesemedi. Sinan b. Enes inip, Hz. Hüseyin’in başını gövdesinden ayırdı ve Havli b. Yezid’e verdi. Şehit edildiği zaman, Hz. Hüseyin’in cesedinde otuz üç mızrak yarası, otuz dört kılıç yarası bulundu. Hz. Hüseyin, Hicretin 61. yılında, Muharrem ayının 10’unda, Cuma günü öğleden sonra şehit edildi. Hz. Hüseyin şehit edildiği zaman elli yedi yaşına basmıştı.
Hüseyin (r.a)’ın Elbise ve Silahlarının Soyulması
Hz . Hüseyin’in Sinan b. Enes tarafından başı gövdesinden ayrılıncaya kadar, yanına kimse yanaşmamış, korkmuştu. Başı gövdesinden ayrıldıktan sonra, Esved adında bir adam, Hz. Hüseyin’in ayakkabılarını, Nehşel b. Darem oğullarından bir adam da kılıcını aldı. İshak b. Hayat, Hz. Hüseyin’in sırtından gömleğini soydu. Kays b. Eş’as ise, Hz. Hüseyin’in denizkoyunu tiftiğinden dokunmuş kadifesini (yorganını) almıştı. Böylece Hz. Hüseyin’in tüm kıyafetlerini çıkarmışlardı.Verilen sağlam haberlere göre; Kerbela cinayetine katılanlardan, hemen hemen hastalığa uğramayan kimse kalmamış, çoğu da delirmişti.
Kufe Askerlerinin Çadırları Yağmalamaları
Kufe askerleri, Hz. Hüseyin’in üstünü başını soyduktan sonra, Yemen zaferanlarına, elbiselere, develere yöneldiler ve onları yağmalamaya koyuldular! Daha sonra, Hz. Hüseyin’in ev halkına ait çadırları, ağırlık ve yiyecekleri kapışmaya başladılar! Elbiselerinin sırtlarından alınmasına razı olmayan kadınların elbiseleri zorla çıkartılıp alındı.
Hz. Hüseyin’in çadırındaki şeyler kapışılırken Kufe askerlerinden biri Hz. Hüseyin’in kızı Fatıma’nın zinetini alınca, Fatıma ağlamaya başladı. Adam: “Ne diye ağlıyorsun? Resulullah’ın kızı soyulurken ağlar mı hiç?” dedi. Fatıma: “Bırak onu!” diye bağırınca, adam başka birşey almaya korktu.
Hüseyin (r.a.)’ın Oğlu Aliyyü’l-Asgar’ın Kurtuluşu
Humeyd b. Müslim der ki: “Aliyyü’l-Asgar b. Hüseyin’in yanına varmıştım. Kendisi, yatağa uzanmış, hasta yatıyordu. Şimr b. Zilcevşen, yanındaki piyadelerle konuşuyorlar, ‘Bunu öldürecek miyiz?’ diyorlardı. ‘Subhanallah! Çocukları da mı öldüreceğiz?! Bu, bir çocuktur!’ dedim. Oraya gelenleri, böylece, onun başından savıyordum.
En sonra, Ömer b. Sa’d geldi. ‘Haberiniz olsun ki; şu kadınların çadırına hiçbir kimse girmeyecek, şu hasta çocuğa da dokunulmayacaktır. Kim onların meta’larından bir şey almışsa, kendilerine geri versin!’ dedi. Vallahi, hiç kimse, aldıklara şeylerden hiçbir şey geri vermedi. Ali b. Hüseyin, bana: ‘Allah seni hayırla mükafatlandırsın. Vallahi, Allah senin sözünle bir şerri benden def etti!’ dedi. Hz. Hüseyin’in hasta olarak yatan yirmi üç yaşındaki oğlu Aliyyü’l-Asgar ile dört yaşındaki oğlu Ömer’den başkası kurtulamadı.
Hüseyin (r.a)’ın Cesedinin Atlara Çiğnettirilmesi
İbn Ziyad; Hz. Hüseyin öldürüldükten sonra, cesedinin de atlara çiğnettirilmesini, Ömer b. Sa’d’a yazdığı yazıda emretmişti. Ömer b. Sa’d, Hz. Hüseyin’in işi için toplanmalarını adamlarına emretti. Kendisinin atını da hazırladılar. Süvarilerden on kişi hazırlandı. Bu on süvari; Hz. Hüseyin’in cesedini, göğsü ve sırtı topraklar içinde ufalanıp belirsiz oluncaya kadar, atlarına çiğnettiler!
Kerbela Şehitlerinin ve Kufe Askerlerinden Ölenlerin Sayısı
Hz . Hüseyin’in ashabından şehit olanlar yetmiş iki kişi idi. Şehitlerin seksen yedi kişi ve dördünün Ensardan olduğu da rivayet edilir. Kerbela şehidlerinin yirmi üçünü, Hz. Hüseyin ile ev halkı ve akrabaları teşkil ediyordu ki; Hasan Basri’nin dediği gibi, yeryüzünde böyle kütle halinde bir aile katliarnı görülmemişti. Kufe askerleri Kerbela’dan çekilip gittikten sonra Gadiriyye köylüleri Kerbela şehitlerini bir günde defnettiler.
Kufe askerlerinden öldürülenlerin sayısı ise seksen sekiz idi. Bir o kadar da yaralıları vardı. Ömer b. Sa’d kendi ölülerinin cenaze namazlarını kıldı ve onları defnettirdi.
Hüseyin (r.a)’ın Başının İbn Ziyad’a Götürülmesi
Hz. Hüseyin’in şehit edildiği gün, Ömer b. Sa’d, onun başını Havli b. Yezid ve Humeyd b. Müslim ile İbn Ziyad’a göndermişti. Hz. Hüseyin’in başı getirildiği zaman, İbn Ziyad yemek yiyordu. Hz. Hüseyin’in başı büyükçe bir tas, leğen içinde getirilip İbn Ziyad’ın önüne konuldu.
İbn Ziyad, elindeki değnekle Hz. Hüseyin’in dudaklarına vurarak: “Yakışıklı bir gençti! Ebu Abdullah’ın saçı da kırlaşmış! Hanginiz öldürdü onu?” dedi. Bir adam ayağa kalktı. İbn Ziyad: “Öldürülürken o sana ne söyledi?” diye sordu. Adam Hz. Hüseyin’in sözlerini nakledince, İbn Ziyad’ın yüzü karardı, suratı asıldı.
Humeyd b. Müslim der ki: “Ömer b. Sa’d beni çağırdı. Ev halkının yanına varmamı, Ömer’e Allah’ın bir fetih ve zafer nasip ettiğini ve kendisinin sıhhat ve afiyette olduğunu müjdelememi bana emretti. Ben de, onun ev halkına gidip, bildirilecek şeyleri bildirdim. Sonra, İbn Ziyad’ın yanına gittim. İbn Ziyad köşkünde halkla oturuyordu. Müsaade edilince, bazı kişilerle birlikte ben de içeri girdim. Hüseyin’in başı İbn Ziyad’ın önüne konulmuştu.
İbn Ziyad’ın, elindeki değnekle onun ön dişleri arasına dokunup durduğunu görünce, ashabdan Zeyd b. Erkam, ona: ‘Çek şu değneği o dudak ve dişlerden ki, kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’a yemin ederim ki; Resülullah’ın onları öptüğünü görmüşümdür!’ dedi ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. İbn Ziyad: “Allah senin iki gözünü ağlattı! Vallahi, eğer sen kocamış, bunamış, aklı gitmiş olmasaydın, şimdi senin boyuunu vururdum!” dedi. Zeyd b. Erkam, kalkıp gitti.
Halkın: ‘Vallahi, Zeyd b. Erkam bir söz söyledi ki, eğer İbn Ziyad onu işitseydi kendisini muhakkak öldürürdü!’ dediklerini işittim. Onlara: ‘Ne dedi?’ diye sordum. ‘O, bizim yanımızdan geçerken: “Bir kul, bir köleye sahip oldu! O da onları uşak yaptı. Siz ey Arap cemaati! Bugünden sonra, hep kul kölesiniz! Siz Fatıma’nın oğlunu öldürdünüz . Mercane’nin oğlunu ise kendinize vali yaptınız. Halbuki, o sizin hayırlılarınızı öldürüyor, hayırsız, işe yaramaz olanlarınızı kendisine kul ediniyor. Siz bu zillete razı oldunuz. Zillete razı olan kahrolsun!’ diyordu, dediler.” İbn Ziyad, Hz. Hüseyin’in başını Kufe caddesinde teşhir ettirdi. Şehitlerden yetmiş ikisinin de başı kesilerek İbn Ziyad’a gönderildi.
Hüseyin (r.a)’ın Ev Halkının Kerbela’dan Kufe’ye Gönderilmesi ve Zeyneb (r.a)’nın Sözleri
Ömer b. Sa’d; muharebe günü ile ertesi günü de Kerbela’da oturdu. Muharrem ayının on ikinci günü Kufe’ye hareket edileceğinin halka bildirilmesini Humeyd b. Bükeyr’e emretti. Hz. Hüseyin’in kızları, kız kardeşleri ve küçük çocuklardan yanlarında bulunanlar ile hasta olan Ali b. Hüseyin de birlikte olmak üzere, hepsi develer üzerinde kapalı hevdeçlere bindirildiler. Kurre b. Kays der ki: “Bu kadınların, geçerlerken Hüseyin’in oğullarının ve ev halkının cesetlerine rastladıkları zaman, ellerini yüzlerine vurarak feryat ettiklerini gördüm.
At üzerinde olduğum halde, önlerine doğru vardım. Ben, hiçbir zaman, bunlarda görmüş olduğum kadar güzel kadın manzarası görmüş değilim! Vallahi, onların yüzleri, güneşten daha parlak ve güzeldi. Gördüğüm ve duyduğum şeylerden hiç unutamayacağım şey de, Fatıma’nın kızı Zeyneb’in sözleridir. Zeyneb, kardeşi Hüseyin’in cesedi yanından geçerken: “Ey Muhammed’im! Ey Muhammed’im! (dedeciğim!) Sana göklerdeki melekler salatü selam getiriyorlar! Hüseyin ise, şu otsuz, bozkır çölde, tozlara topraklara, kanlara bulanmış; azaları kesilmiş, biçilmiş , kırılmış , dökülmüş yatıyor! Ey Muhammed’im! Senin kızların esir edilmişler, zürriyetin hep öldürülmüşler! Sabah yelleri, onlann üzerlerine tozlar topraklar savuruyor, saçıyor!” diyordu. Vallahi o, dost düşman herkesi ağlattı.”
Hz. Zeyneb’in İbn Ziyad’la Münakaşası
Hz. Hüseyin’in çocukları, kızkardeşleri ve hanımları, İbn Ziyad’ın huzuruna getirildiler. Hz. Fatıma’nın kızı Hz. Zeyneb, elbisesinin en kötüsünü giymiş; tanınmamak, belirsiz olmak istemişti. Fakat, kendisinin hizmetçileri çevresinde dönüp dolaşıyorlar, hizmet ediyorlardı. Hz. Zeyneb, içeri girince, oturdu.
İbn Ziyad: “Kim bu oturan hanım?” diye sordu. Hz. Zeyneb, ona cevap vermedi. İbn Ziyad, sorusunu üç kere tekrarladı. Hepsinde de Hz. Zeyneb, ona cevap vermedi. Hz. Zeyneb’in hizmetçilerinden birisi: “O, Zeyneb bint-i Fatıma’dır!” dedi. İbn Ziyad: “Hamdolsun Allah’a ki ayıp ve kusurlarınızı ortaya dökerek sizi rüsva etti, öldürdü! Ortaya attığınız gülünç ve boş beyanlarınızı yalana çıkardı!” dedi. Hz. Zeyneb: “Hamdolsun O Allah’a ki, Muhammed (a.s)’a mensubiyetle bizi şereflendirmiştir. Hayır! İş hiç de senin dediğin gibi değildir. Allah ancak fasıkları rezil ve rüsva eder, facirlerin asılsız laflarını yalana çıkarır!” dedi. İbn Ziyad: “Ehl-i Beytinize Allah’ın yaptığını nasıl görüyor, nasıl yorumluyorsun ya?” diye sordu. Hz. Zeyneb, Al-i İmran suresinin Uhud şehitleri hakkındaki 154. ayetinden “ … Üzerlerine öldürülmek yazılmış, takdir edilmiş olanlar, muhakkak, yatacakları, öldürülecekleri yerlere çıkıp gideceklerdi” mealli kısmını okuduktan sonra: “Allah ahirette seninle onları bir araya getirecek. Allah’ın huzurunda onlarla muhakeme olunacak, davalaşacaksınız!” dedi.
İbn Ziyad, Hz. Zeyneb’in verdiği cevaba kızdı. Ona zulüm ve işkence yapmak istedi. Amr b. Hureys: “Allah valiye iyilikler versin! Bu, nihayet bir kadındır. Kadın söylediği herhangi bir şeyden dolayı sorumlu tutulur mu? Sen ona bozuk ve karışık sözlerinden dolayı ne çıkış, ne de onu kına!” dedi. İbn Ziyad, Hz. Zeyneb’e: “Allah senin Ehl-i Beytinden taşkınlık ve azgınlıkta direnen ve ileri gidenleri böyle yok etmekle, içimin derdini giderdi, beni ferahlattı!” dedi.
Hz. Zeyneb, kendisini tutamayarak ağladı ve sonra da: “Sen benim yetişmiş yiğitlerimi öldürdün! Ehl-i Beytimi yok ettin! Ailemin en şereflilerini, büyüklerini, yükselen dallarımı, kollarımı kestin, biçtin! Soyumu, kökümü kopardın, kuruttun! Eğer senin bunlardan derdin iyileşebiliyor, için rahatlaşabiliyorsa, iyileş ve rahatlaş bakalım!” dedi. İbn Ziyad: “Bununki bir cesaretlilik ve kahramanlaşmaktır. Gerçek! Senin baban bir şairdi ve kahramandı” dedi. Hz. Zeyneb: “Kadınlar için, cesaret ve kahramanlaşma olmaz. Benim cesaret ve kahramanlığım, felaketlerle karşılaşmaktan; söylediklerimde, derdimin hafiflemesi için içimden fışkıranlardan ibarettir!” dedi.
İbn Ziyad’ın Ali b. Hüseyin’le Münakaşası ve Onu Öldürmeye Kalkışması
Ali b. Hüseyin İbn Ziyad’ın yanına götürülünce, İbn Ziyad ona: “İsmin ne?” diye sordu. Ali b. Hüseyin: “Ben Ali b. Hüseyin’im!” dedi. İbn Ziyad: “Allah Ali b. Hüseyin’i öldürmedi mi?” diye sordu. Ali b. Hüseyin sustu. İbn Ziyad: “Ne diye konuşmuyorsun?” dedi. Ali b. Hüseyin: “O benim kardeşimdi. Ona da Ali denilirdi. Halk onu öldürdü!” dedi. İbn Ziyad: “Onu muhakkak Allah öldürdü!” dedi. Ali b. Hüseyin sustu. İbn Ziyad: “Ne diye konuşmuyorsun?” diye sordu. Ali b. Hüseyin: “Allah; ölenin ölümü zamanında, ölmeyenin de uykusunda ruhlarını alır” (Zümer-42), “Allah’ın izni olmadıkça, hiçbir kimse için, ölmek yoktur” (Ali İmran-145) mealli ayetleri okudu. İbn Ziyad: “Vallahi, sen de onlardansın! Bu, büluğ çağına ermiş mi? Vallahi, ben onu erkeklik çağına ermiş sanıyorum. Öldürün onu!” diye emretti.
Ali b. Hüseyin: “Ya şu kadınlara kim bakıp çekecek?” dedi. Ali b. Hüseyin’in halası Hz. Zeyneb: “Ey İbn Ziyad! Senin bize yaptığın yeter. Döktüğün kanlarımıza daha doymadın mı? Bizden hiç kimse mi bırakmayacaksın?” diye bağırarak Ali b. Hüseyin’e sarıldı ve İbn Ziyad’a: “Eğer sen mü’min isen, senden Allah hakkı için diliyorum: Onu öldüreceksen, beni de onunla birlikte öldür!” dedi.
Ali b. Hüseyin seslendi: “Ey İbn Ziyad! Seninle şu kadınlar arasında iddia ettiğin gibi bir akrabalık varsa, onları gidecekleri yere Allah korkulu bir adamla yolla da, İslamiyetin gerektirdiği şekilde onlara sahip olsun!” dedi. İbn Ziyad, Ali b. Hüseyin’e baktı, baktı. Sonra da, oradaki halka yönelerek: “Akrabalık ne şaşılacak şey! Vallahi, ben bunu da, bununla birlikte Zeyneb’i de isteyerek öldürebileceğimi sanıyordum!” dedikten sonra, Ali b. Hüseyin’e: “Kadınlarınızla birlikte sen git!” dedi. Daha sonra İbn Ziyad, emretti. “Namaz için toplanınız!” diyerek seslendi.
Halk, Ulu Cami’de toplandı. İbn Ziyad, minbere çıktı ve: “Hamdolsun Allah’a ki, hakkı ve hak sahiplerini muzaffer ve üstün kıldı. Mü’minler emiri Yezid b. Muaviye’ye ve onun cemaatine yardım etti! Yalancı oğlu yalancı Hüseyin b. Ali ile onun taraftarlarını da öldürdü!” dedi. İbn Ziyad sözlerini bitirmeden, Abdullah b. Afif el-Ezdi, sıçrayıp ayağa kalktı. Kendisi, Hz. Ali taraftarlarındandı. Cemel günü, Hz. Ali’nin yanında sol gözünü; Sıffin günü de, başına ve kaşına indirilen kılıç darbeleriyle sağ gözünü kaybetmişti.
Abdullah b. Afif, İbn Ziyad’ın sözlerini işitince, kızdı ve: “Ey Mercane’nin oğlu! Yalancı oğlu yalancı sensin ve senin babandır! Yalancı oğlu yalancı seni vali yapan ve onun babasıdır! Ey Mercane’nin oğlu! Sizler Peygamberin oğullarını öldüreceksiniz de, sıddıkların, dosdoğruların kelamıyla, ağzıyla mı konuşacaksınız?!” diyerek İbn Ziyad’a çıkıştı. İbn Ziyad: “Yanıma getiriniz onu!” dedi. İbn Ziyad’ın adamları, Abdullah b. Afif’in üzerine üşüştüler, onu tuttular. Abdullah b. Afif de, Ezdilerin parolası olan “Ya Mebrür!” diye seslenerek kabilesini imdada çağırdı. O zaman, Kufe’de Ezdilerden yedi yüz asker vardı. Ezdi gençlerinden bazıları, Abdullah b. Afifi kurtarıp ev halkına teslim ettiler. İbn Ziyad ise, tekrar adamlar göndererek onu getirtti ve öldürttü. Sebha mevkiinde asılmasını da emretti.
Hüseyin (r.a)’ın Ev Halkının Ve Başların Yezid’e Yollanması
Hz. Hüseyin’in ev halkı Kufe’ye getirildiği zaman, İbn Ziyad onların ayrı bir yerde ve güya en güzel şekilde barındırılmalarını, giyim ve kuşamlannın da sağlanmasını emretmişti. Onların yol hazırlıkları görüldü. İbn Ziyad, Ali b. Hüseyin’in de, ellerinin zincirle boynuna bağlanmasını emretti. Elleri boyunlarına bağlananlar, en büyüğü Ali b. Hüseyin olmak üzere, on iki çocuktu.
İbn Ziyad, Hz. Hüseyin’in ev halkını, Muhaffez b. Sa’lebe ile Şimr b. Zilcevşen’in yanına katarak Yezid’e yolladı. İbn Ziyad, Zahr b. Kays’ı çağırttı. Ebu Bürde b. Avf ile Tarık b. Zabyan’ı da onun yanına kattı. Bunlar da, Hz. Hüseyin’le Ehl-i Beyt ve ashabının başlarını Yezid b. Muaviye’ye götürdüler. Şam’a taşınan başlar, Hz. Hüseyin ile beraber on sekiz baş idi. Bunlar, Şam’da asılarak teşhir edildi.
Yezid, Zahr’a: “Arkanda ve yanında ne haberin var?” dedi. Zahr: “Ey mü’minler emiri! Seni Allah’ın fethi ve yardımı ile müjdelerim!” dedi. Ve sözlerine şöyle devam etti: “Hüseyin b. Ali; Ehl-i Beytinden on sekiz, taraftarlarından da altmış kişi ile yanımıza geldi. Kendisini karşıladık. Vali İbn Ziyad’ın emri üzere; teslim olmak mı, yoksa çarpışmak mı istediklerini kendilerinden sorduk. Onlar çarpışmayı teslim olmaya tercih ettiler. Sabahleyin, güneş doğarken üzerlerine yürüdük. Kendilerini her taraflarından çepeçevre kuşattık. Onlar kılıçlara tutuldukları zaman; en sığınılmayacak yüksek, çukur yerlere -şahinden kaçan güvercinler gibi-sığınmaya çalışıyorlardı! Vallahi, ey mü’minler emiri! Deve boğazlanacak veya kuşluk uykusu uyunacak kadar bir müddette onların sonuna erdik! İşte sana onların cansız cesetleri! Topraklara bulanmış elbiseleri ve yüzleri! Şimdi, güneş onları eritmekte! Rüzgarlar onların üzerlerine tozlar topraklar saçmakta! Ziyaretçileri de akbabalar ve kartallardır! Onları yiyor ve bayram ediyorlardır!” dedi.
Yezid’in gözleri yaşardı ve: “Ben sizden, sizin taatınızdan, Hüseyin’in öldürülmesinden başka türlü bir hareket bekler ve isterdim. Allah Sümeyye’nin (Mercane’nin) oğluna lanet etsin! Vallahi, O’nunla ben buluşsaydım, konuşsaydım, onun suçunu bağışlar, kendisini bırakırdım. Allah Ebu Abdullah (Hüseyin)’a rahmet etsin!” dedi. Hz. Hüseyin’in başı, bir tas içinde olduğu halde, Yezid’in önüne getirilip konuldu. Güzel bir koku yayılır gibi oldu. Yezid, uşağına emretti. Tasın üzeri açıldı. Hz. Hüseyin’in başını görünce, Yezid’in yüzü kızardı. “Ben Ebu Abdullah’ın bu yaşa eriştiğini sanmıyordum!” dedi.
Yezid’in azadlısı Kasım b. Abdurrahman der ki: “Hüseyin’le Ehl-i Beyt ve ashabının başları Yezid’in önüne konulunca, Yezid, Husayn b. Humam’ın: ‘Bunlar, başa büyük işler açan, üstün gelmek isteyen adamların başlarıdır! Onlar bize karşı en çok isyan ve haksızlık edici idiler!’ mealli beytini okudu ve: ‘Vallahi ey Hüseyin! Eğer seninle ben buluşsaydım ve görüşseydim, seni öldürmezdim!” dedi.”
Hüseyin (r.a)’n Ev Halkı Yezid’in Huzurunda
Hz. Hüseyin’in oğlu Ali ile çocuklar ve kadınlar, Yezid’in huzuruna getirildiler. Hz. Hüseyin’in Yezid’e gönderilen ev halkı arasında on iki çocuk bulunuyordu. En büyüğü, Ali b. Hüseyin’di. Çocukların elleri boyunlarına bağlanmıştı! Halk, Hz. Hüseyin’in ev halkına bakıyorlardı.
Hz. Hüseyin’in kızı Fatıma -ki Sükeyne’nin büyüğü idi- Yezid’in huzuruna girince: “Ey Yezid! Rasulullah’ın kızları esir midirler?” diye sordu. Yezid: “Ey kardeşimin kızı! Böyle olmasını ben de istemez, hoş görmezdim” dedi. Fatıma: “Vallahi, altın, gümüş halkalarımız bizde bırakılmadı. Neyimiz varsa, hepsi yağmalandı!” dedi. Yezid: “Ey kardeşimin kızı! Senden alınan şeyler sana fazlasıyla gelecektir” dedi ve Hz. Hüseyin’in ev halkından alınan şeyleri sordurdu. Hepsini fazlasıyla ödedi. Bunun için, Sükeyne: “Yezid b. Muaviye’den daha hayırlı bir kafir görmedim!” derdi.
Hz. Hüseyin’in ev halkı Yezid’in önünde oturdukları zaman, Yezid onların üstlerinin başlarının perişanlığını görünce: “Allah Mercane’nin oğlunu hayırdan uzaklaştırsın. Eğer bunlarla onun arasında bir akrabalık ve hısımlık olsaydı, size bu işi yapmaz, sizi bana böyle göndermezdi!” dedi. Yezid, bir ara, Ali b. Hüseyin’e: “Ey Ali! Baban benimle akrabalık ilgisini kesmişti. Hakkımı bilmek, tanımak istememişti. Hakimiyet ve saltanatımı elimden çekip almaya kalkışmıştı. Bak! Allah da ona ne yaptı!” dedi. Ali b. Hüseyin: “Gerek yerde, gerek nefislerinizde herhangi bir musibet vukua gelmemiştir ki, bu, Bizim onu yaratmamızdan önce mutlaka Kitab’da yazılmış olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah’a göre kolaydır. Allah bunu elinizden çıkana tasalanmayasınız , O’nun size verdiği ile de sevinip şımarmayasınız diye yazmıştır. Allah, çok böbürlenen her kibirliyi sevmez” (Hadid/22-23) mealli ayetleri okudu.
Yezid ise, ona: “De ki: Sizi çarpan her musibet, kendi ellerinizin işleyip kazandığı günahlar yüzündendir. Bununla beraber, Allah birçoğunu da affeder de, musibete uğratmaz” (Şura-30) mealli ayeti okudu. “Bu, sana ve babana, o ayetten daha münasiptir” dedi.
Hüseyin (r.a)’ın Ev Halkı Hakkında Yapılacak Muamelenin Görüşülmesi ve Kararlaştırılması
Yezid, yanındakilere: “Ey Şamlılar! Şunlar hakkında siz ne yapmamı düşünürsünüz?” diye sordu. Kufe eski valisi Numan b. Beşir: “Resulullah (s.a.v) onları bu halde görse ne yapar idiyse, senin de onlara öyle yapmanı uygun görürüm!” dedi. Yezid: “Doğru söyledin. Onları serbest bırakınız. Giydirip kuşatınız. Onlara mutfaktan yemekler çıkarınız. Kendilerine birçok bağış ve bahşişler de verilsin!” dedi.
Fatıma binti Ali der ki: “Yezid b. Muaviye’nin önünde oturduğumuz ve bize acıdığı, hakkımızda birşeyler emrettiği sırada, Şamlılardan kızıl, mor suratlı bir adam ayağa kalkıp Yezid’e: ‘Ey mü’minler emiri! Şunu bana armağan et!’ diyerek, beni Yezid’ den istedi. Ben güzel bir kızdım. Onun bu isteği karşısında korktum, ürperdim ve titredim. Zannettim ki, bu istek onlar için caiz ve mümkündür. Kız kardeşim Zeyneb’in entarisinden yapıştım. Kız kardeşim Zeyneb, benden büyük bir akıllı idi. Bunun caiz olmadığını bilirmiş. ‘Yalan söyledin! Vallahi, sen kötüleştin ve alçaklaştın! Bu, ne sana, ne de ona (Yezid’e) helal ve caizdir!’ diyerek Şamlıya çıkıştı.
Yezid, kızdı ve ablama: ‘Sen de vallahi yalan söyledin! Bu, benim için helal ve caizdir! Ben bu işi yapmak isteseydim, yapabilirdim!’ dedi. Ablam Zeyneb: ‘Hayır! Vallahi, Allah bunu sana helal kılmamıştır. Milletimizden çıkmadıkça, dinimizden başka bir din tutmadıkça, bu senin için de mümkün olmaz!’ dedi. Yezid büsbütün kızdı ve: ‘Demek, böyle yaparsam babanın ve kardeşinin dininden çıkacağıını ileri sürüyor, bana karşı geliyorsun?’ dedi.
Ablam Zeyneb: ‘Allah’ın dininden ki; o, babamın dini, kardeşimin dini ve dedemin dinidir. Allah seni de, senin babanı da, senin dedeni de ona hidayet etmiştir!’ dedi. Yezid: ‘Yalan söyledin ey Allah düşmanı kadın!’ dedi. Ablam Zeyneb: ‘Sen haksız yere sövüp sayan, kudret ve hakimiyetinle ezen bir emir misin yoksa?!’ deyince, Yezid utanır gibi oldu ve sustu. Şamlı adam: ‘Ey mü’minler emiri! Şu kızı bana armağan et!’ diyerek dileğini tekrarladı. Yezid: ‘Allah sana döşeğinde ölmek hükmünü ihsan edinceye kadar, bekar kal!’ dedi.” Şamlılardan bir adam da: “Onların kadınları bize helaldir!” demişti. Ali b. Hüseyin: “Yalan söyledin! Dinimizden çıkmadıkça, bu senin için mümkün olmaz!” dedi. Bunun ardınfan Yezid b. Muaviye, Hüseyin (r.a)’ın ailesini Medine’ye göndermiştir.
Ebu Nu’m der ki: “Bir adam, ihram halinde elbiseye sivrisinek kanı bulaştığı, yahut bir sineği öldürdüğü zaman ne yapmak lazım geleceğini İbn Ömer’den sormuştu. İbn Ömer, ona: ‘Sen nerelisin?’ diye sordu. Adam: ‘Iraklıyım!’ deyince, İbn Ömer: ‘Hele şuna bakın! Resulullah (s.a.v)’in oğlunu öldürdüler de, şimdi bana sivrisineğin kanından dolayı ne yapmak lazım geleceğini soruyor! Halbuki, ben Resulullah (s.a.v)’in: ‘Hasan ve Hüseyin ki, onlar benim dünyada öpüp kokladığım iki reyhanımdır!’ buyurduğunu işitmişimdir’ dedi. (Tirmizi, Sünen, c. 5, s. 657.)
Kaynak: M. Asım Köksal, “Hz. Hüseyin Ve Kerbela Faciası”
İhsan Süreyya Sırma, Müslümanların Tarihi